(Sayfa: 16) Aliki Beach



10 Ağustos 2017, Perşembe

Dün amma da “gezmişiz”.  Sabah oldu ama yataktan kalkmak zor geliyor. Yine de  miskinlik hoş değil deyip kalkıyoruz. Liman içinde sabah sükûneti, altımızda küçücük balıklar…  Havuzlukta sabah kahvesini yudumlarken Hulusi abiden mesaj geliyor; Aliki’den çıkmışlar, hala Limeneria’daysak uğrayacaklarmış. Ne güzel haber! Dün biz onları görmeye gidemedik, bugün onlar geliyor.

Bir müddet sonra Dua-1 teknesi liman ağzında görülüyor. Hemen koşup yer gösteriyorum, halatlarını alıyorum. Hulusi abi, eşi ve çocukları Sare’yle bizi teknelerinde misafir ediyorlar. Çok hoş bir muhabbet eşliğinde kendi bahçelerinden topladıkları erikleri ikram ediyorlar bize. Bu yabancı limanda dostlarla olmak ne güzel. 

Hulusi abiler adaya dün varıp Aliki’ye demirlemişler. Ama mürettebat Aliki koyundan çok memnun kalmamış, en çok da arılardan şikayetçilermiş. Rotaları yukarıya doğru, Kavala’ya. Ama sonra tekrar dönüp Thassos’u da gezmeyi planlıyorlarmış. Öyle olunca Thassos konusunda tüm taze bilgimizi paylaşıyoruz kendileriyle. Nerde ne var, nereler görülmeli, nerde yüzülmeli, nerde neler yenmeli… 

Dua-1’i yolcu edince Sanda’ya dönüp kahvaltı faslına geçiyoruz. Sonra da kayığı neta edip üç gündür bağlı olduğumuz Limenaria limanına veda ediyoruz. Ayrılmadan önce özellikle arayıp taramamıza rağmen bağlama ücreti isteyen kimseyi bulamıyoruz. 

Rotamız Aliki Beach. Mesafe 10 deniz mili. Adanın güney kıyı şeridini takip eden iki saatlik sakin bir makine seyrinin ardından saat dörde doğru Aliki Beach’e varıyoruz. Koyda bir iki tur atıp uygun yer baktıktan sonra demirimizi 10 metre suya funda ediyoruz. (40.604022°, 24.739299°)  Aslında demirlemek için daha sığ suları tercih ederiz ama burada mümkün değil. Adı üzerinde, “beach” olduğu için kıyı şeridi şamandıralarla çevrilmiş, daha sığ sular plajda yüzen insanlara ayrılmış. 

Su o kadar davetkâr, o kadar berrak ki insan denize atlamaya sabırsızlanıyor. Maskemi ve paletlerimi alıp hemen suya giriyorum. Önce demiri kontrol ediyorum, sonra da su altındaki güzelliklere dalıp gidiyorum. Su altı ne kadar harikulade, ne kadar apayrı bir dünya! Artık şu tüplü dalış işini bir an önce halletmek lazım.

Havuzlukta kahvelerimizi yudumlarken Aliki Beach’i inceliyoruz. Burası Thassos’un en popüler plajı. Doğası gerçekten de çok güzel. Sırt sırta vermiş iki harika koy. Arkadaki koy, antik çağlarda doğal limanı ile Alyki Krallığı’nın merkeziymiş. Krallığın kalıntıları bugün hala mevcut. Öndeki koy ise plaj olarak kullanılıyor. Etraf çam ağaçlarıyla çevrili. Denizin rengi tek kelimeyle muhteşem. Kumsalı çok büyük ve geniş değil. Üstüne bir de popüler olunca haliyle biraz sıkışık. Hemen kıyıda birkaç kafe ve restoran kumsala şezlonglarını atmış, kiralıyor. 

Biz etrafı gözlemlerken, bu kalabalık plajda çıplak yüzecek kadar cüretkâr bir turistin de bizi gözlemlediğini fark ettik. Yanımıza kadar yüzünce de teknemizin dinlencesine buyur ettik. Gözleri parıl parıl parlayan bu Sırp veletle konuşmaya çalıştık ama İngilizcesi yokmuş. Çocuk olmak ne güzel! 

Akşam havuzlukta, üzerimizde milyonlarca yıldız, altımızdaki denizin huzur veren sesi, bambaşka bir keyfin içinde kayboluyoruz… 

Ertesi sabah yine aynı huzurun içinde uyanıyoruz. Bugünü Aliki’ye ayırdık. Kahvaltıdan sonra karaya çıkıp etrafı ve arka koydaki antik kenti gezelim istiyoruz. Ama acelemiz yok, tatildeyiz. Önce biraz yüzüyoruz altımızdaki cam gibi suda, sonra mükellef bir kahvaltı. 

O sırada koya giren bir yelkenli dikkatimizi çekiyor; Shiraz. Limenaria limanında da görmüştük bu tekneyi. 45 feet bir Hunter. Koyda bir tur atıp bizim biraz arkamıza demirliyorlar. Biraz sonra Shiraz’dan bir adam botla yanımıza gelip koyla, demir yeriyle ilgili sorular sorunca teknemize buyur ediyoruz. Kahve ikram edip demirle ilgili endişelerini giderdikten sonra birer paket Türk kahvesi ve Türk lokumu hediye edip uğurluyoruz. Memnun misafirimiz giderken bizi kendi teknelerine davet ediyor. 

Deniz ne kadar da berrak. Yeni aldığımız zıpkını bir denesem mi? Şnorkel, palet, ağırlık kemeri derken zıpkın elimde dalıyorum yine mavi güzelliğin içine. Uzun süre yüzmeme rağmen atış yapmaya değecek bir balık bulamıyorum. Olsun! Sadece su altını seyretmek bile çok keyifli zaten. O kadar ki burada saatlerce kalıp kendini kaybedebilir insan… Ah keşke bir-iki yıldızım, tüplü dalış malzemelerim olaydı. Tiryaki kaptana selam olsun!

Sare’yle karaya çıkıyoruz, keşfetmek için. Sahilde birkaç küçük kafe, restoran, bir de market var. İnsanlar tatil keyfinde; kıyıda suyla oynayan çocuklar, kumsalda kitap okuyan insanlar, kafede sohbete dalmış gençler...  Hemen arkadaki koya da gidiyoruz antik kalıntılar ilgimizi çektiği için. Tahminimizden de büyük bir antik kentle karşılaşıyoruz. Epeyce de iyi korunmuş. 

Akşam yemeğinden sonra davete icabet gerek deyip gidiyoruz Shiraz’a. Çok güzel, çok geniş bir tekne. Amerikan Hunter’ın İngiltere’de yapılan ikizi Legend. Aynı Opel ile Wauxhall gibi yani. Adam İran asıllı İngiliz vatandaşı, karısı ise İngiliz. Çok konuşkan  insanlar ama adam daha sıcak kanlı, daha içten. Kadının üzerindeki bir miktar ve eğreti İngiliz asaleti, kocası kadar içten olmasına mani bir durum oluşturmuş gibi. İşlerini devredip emekli olunca bu tekneyi alıp yılın on ayını teknede geçirmeye başlamışlar. Sadece torunlarını özlediklerinde gidiyorlarmış Londra’ya. Akdeniz’i de baştan başa gezmişler ama Ege bir başkaymış! Ege’de, Türk sahilleri dahil, nerdeyse her koya, her limana girmişler ama doyamamışlar. İmrenerek dinliyoruz hikayelerini…

Gece karanlığında yakamozları izleyerek Sanda’ya dönünce yine aynı şey oluyor. Sare şöyle bir etrafa bakınıp söylenmeye başlıyor; “Bizim tekne biraz küçük mü, ne?”  Büyük teknelere misafir olmanın yan etkileri geçene kadar katlanacağız artık…