10 Ağustos 2017, Perşembe
Dün
amma da “gezmişiz”. Sabah oldu ama
yataktan kalkmak zor geliyor. Yine de miskinlik hoş değil deyip kalkıyoruz. Liman
içinde sabah sükûneti, altımızda küçücük balıklar… Havuzlukta sabah kahvesini yudumlarken Hulusi
abiden mesaj geliyor; Aliki’den çıkmışlar, hala Limeneria’daysak
uğrayacaklarmış. Ne güzel haber! Dün biz onları görmeye gidemedik, bugün onlar
geliyor.
Bir
müddet sonra Dua-1 teknesi liman ağzında görülüyor. Hemen koşup yer
gösteriyorum, halatlarını alıyorum. Hulusi abi, eşi ve çocukları Sare’yle bizi
teknelerinde misafir ediyorlar. Çok hoş bir muhabbet eşliğinde kendi
bahçelerinden topladıkları erikleri ikram ediyorlar bize. Bu yabancı limanda
dostlarla olmak ne güzel.
Hulusi
abiler adaya dün varıp Aliki’ye demirlemişler. Ama mürettebat Aliki koyundan
çok memnun kalmamış, en çok da arılardan şikayetçilermiş. Rotaları yukarıya
doğru, Kavala’ya. Ama sonra tekrar dönüp Thassos’u da gezmeyi planlıyorlarmış.
Öyle olunca Thassos konusunda tüm taze bilgimizi paylaşıyoruz kendileriyle.
Nerde ne var, nereler görülmeli, nerde yüzülmeli, nerde neler yenmeli…
Dua-1’i
yolcu edince Sanda’ya dönüp kahvaltı faslına geçiyoruz. Sonra da kayığı neta
edip üç gündür bağlı olduğumuz Limenaria limanına veda ediyoruz. Ayrılmadan
önce özellikle arayıp taramamıza rağmen bağlama ücreti isteyen kimseyi
bulamıyoruz.
Rotamız
Aliki Beach. Mesafe 10 deniz mili. Adanın güney kıyı şeridini takip eden iki
saatlik sakin bir makine seyrinin ardından saat dörde doğru Aliki Beach’e varıyoruz.
Koyda bir iki tur atıp uygun yer baktıktan sonra demirimizi 10 metre suya funda
ediyoruz. (40.604022°, 24.739299°) Aslında
demirlemek için daha sığ suları tercih ederiz ama burada mümkün değil. Adı
üzerinde, “beach” olduğu için kıyı şeridi şamandıralarla çevrilmiş, daha sığ
sular plajda yüzen insanlara ayrılmış.
Su
o kadar davetkâr, o kadar
berrak ki insan denize atlamaya sabırsızlanıyor. Maskemi ve paletlerimi alıp
hemen suya giriyorum. Önce demiri kontrol ediyorum, sonra da su altındaki
güzelliklere dalıp gidiyorum. Su altı ne kadar harikulade, ne kadar apayrı bir
dünya! Artık şu tüplü dalış işini bir an önce halletmek lazım.
Havuzlukta
kahvelerimizi yudumlarken Aliki Beach’i inceliyoruz. Burası Thassos’un en popüler
plajı. Doğası gerçekten de çok güzel. Sırt sırta vermiş iki harika koy. Arkadaki
koy, antik çağlarda doğal limanı ile Alyki Krallığı’nın merkeziymiş. Krallığın kalıntıları
bugün hala mevcut. Öndeki koy ise plaj olarak kullanılıyor. Etraf çam
ağaçlarıyla çevrili. Denizin rengi tek kelimeyle muhteşem. Kumsalı çok büyük ve
geniş değil. Üstüne bir de popüler olunca haliyle biraz sıkışık. Hemen kıyıda
birkaç kafe ve restoran kumsala şezlonglarını atmış, kiralıyor.
Biz
etrafı gözlemlerken, bu kalabalık plajda çıplak yüzecek kadar cüretkâr bir turistin de bizi
gözlemlediğini fark ettik. Yanımıza kadar yüzünce de teknemizin dinlencesine
buyur ettik. Gözleri parıl parıl parlayan bu Sırp veletle konuşmaya çalıştık
ama İngilizcesi yokmuş. Çocuk olmak ne güzel!
Akşam
havuzlukta, üzerimizde milyonlarca yıldız, altımızdaki denizin huzur veren
sesi, bambaşka bir keyfin içinde kayboluyoruz…
Ertesi
sabah yine aynı huzurun içinde uyanıyoruz. Bugünü Aliki’ye ayırdık. Kahvaltıdan
sonra karaya çıkıp etrafı ve arka koydaki antik kenti gezelim istiyoruz. Ama
acelemiz yok, tatildeyiz. Önce biraz yüzüyoruz altımızdaki cam gibi suda, sonra
mükellef bir kahvaltı.
O
sırada koya giren bir yelkenli dikkatimizi çekiyor; Shiraz. Limenaria limanında
da görmüştük bu tekneyi. 45 feet bir Hunter. Koyda bir tur atıp bizim biraz
arkamıza demirliyorlar. Biraz sonra Shiraz’dan bir adam botla yanımıza gelip
koyla, demir yeriyle ilgili sorular sorunca teknemize buyur ediyoruz. Kahve
ikram edip demirle ilgili endişelerini giderdikten sonra birer paket Türk
kahvesi ve Türk lokumu hediye edip uğurluyoruz. Memnun misafirimiz giderken
bizi kendi teknelerine davet ediyor.
Deniz
ne kadar da berrak. Yeni aldığımız zıpkını bir denesem mi? Şnorkel, palet,
ağırlık kemeri derken zıpkın elimde dalıyorum yine mavi güzelliğin içine. Uzun
süre yüzmeme rağmen atış yapmaya değecek bir balık bulamıyorum. Olsun! Sadece
su altını seyretmek bile çok keyifli zaten. O kadar ki burada saatlerce kalıp
kendini kaybedebilir insan… Ah keşke bir-iki yıldızım, tüplü dalış malzemelerim
olaydı. Tiryaki kaptana selam olsun!
Sare’yle
karaya çıkıyoruz, keşfetmek için. Sahilde birkaç küçük kafe, restoran, bir de market
var. İnsanlar tatil keyfinde; kıyıda suyla oynayan çocuklar, kumsalda kitap
okuyan insanlar, kafede sohbete dalmış gençler... Hemen arkadaki koya da gidiyoruz antik
kalıntılar ilgimizi çektiği için. Tahminimizden de büyük bir antik kentle
karşılaşıyoruz. Epeyce de iyi korunmuş.
Akşam
yemeğinden sonra davete icabet gerek deyip gidiyoruz Shiraz’a. Çok güzel, çok
geniş bir tekne. Amerikan Hunter’ın İngiltere’de yapılan ikizi Legend. Aynı
Opel ile Wauxhall gibi yani. Adam İran asıllı İngiliz vatandaşı, karısı ise
İngiliz. Çok konuşkan insanlar ama adam daha
sıcak kanlı, daha içten. Kadının üzerindeki bir miktar ve eğreti İngiliz
asaleti, kocası kadar içten olmasına mani bir durum oluşturmuş gibi. İşlerini devredip
emekli olunca bu tekneyi alıp yılın on ayını teknede geçirmeye başlamışlar.
Sadece torunlarını özlediklerinde gidiyorlarmış Londra’ya. Akdeniz’i de baştan
başa gezmişler ama Ege bir başkaymış! Ege’de, Türk sahilleri dahil, nerdeyse
her koya, her limana girmişler ama doyamamışlar. İmrenerek dinliyoruz
hikayelerini…
Gece
karanlığında yakamozları izleyerek Sanda’ya dönünce yine aynı şey oluyor. Sare
şöyle bir etrafa bakınıp söylenmeye başlıyor; “Bizim tekne biraz küçük mü,
ne?” Büyük teknelere misafir olmanın yan
etkileri geçene kadar katlanacağız artık…