21 Ağustos
2017, Pazartesi
Yine gün doğmadan kalkıyorum. Bir uyandırma kahvesinin
ardından hazırlıkları tamamlayıp demir aldığımda saat 06:05’i gösteriyor. Çanakkale’ye
23 deniz mili yolumuz var. Bir an önce varıp giriş işlemlerine başlamalı. Allah
vere de bürokrasiye takılıp yarına kalmasak!
Aşağı, Çanakkale boğazına doğru makine seyrindeyiz. Maalesef
rüzgâr bize yelken yapma şansı tanımıyor bir süredir. Aldığımız tüm yolun ancak
üçte birini motor kullanmadan, sadece yelkenle alabiliyoruz. Her yere yelkenle
gidebilenlere çok imreniyorum doğrusu. Yelken yapmak gerçekten çok keyifli
çünkü! Biz ne zaman yola çıksak ya rüzgâr olmuyor, ya da kolayımıza olmuyor. Bir
arkadaşımın dediği gibi;
“Ben ne zaman denize çıksam, canına yandığımın rüzgârı hep kafadan, hep
kafadan!”
Aslında vakti olan için her yere yelkenle gitmek de mümkün.
Hele de Ege gibi rüzgârı bol bir denizde… Ama uygun rüzgârı bekleyecek vaktiniz
olacak. “Bu gün yok mu? Ne gam! Acelemiz yok, yarını bekleriz”
diyebileceksiniz. Yetişmeniz gereken bir şeyler olmayacak. Hayatı, bir an önce
varılması gereken bir menzil gibi değil, tadına varılacak bir yolculuk gibi
değerlendirmeli insan.
Birazdan “yol arkadaşım” da uyanıp havuzluktaki yerini alıyor.
Sohbet, muhabbet yol alıyoruz aheste. Boğaza girip, “Bir hilâl uğruna batan
güneşler” anısına dikilen abidenin önünden geçerken boğazımıza bir şeyler
düğümleniyor. Abideyi selamlıyoruz, saygıyla, minnetle, rahmetle…
Yeri gelmişken bir inceliğin altını çizmeden geçmeyelim;
“Gemi
seyir defterine jurnal denir. Gemi seyirde ya da limandayken gemi ile ilgili
tüm bilgiler jurnale kaydedilir. Geminin rotası, hızı, geldiği/gideceği liman,
vardiya değişimleri, hava durumu ve benzeri bilgiler kayıt altına alınır.
Kanal, boğaz ve sığ sularda ise sürekli güncellenir. Mesela, Kilitbahir bölgesi
geçildiğinde “Saat 15.30 itibariyle Kilitbahir geçildi” veya “05.00 İstanbul
Boğazı geçildi” diye yazılır. Bu tüm dünyada böyledir. Çanakkale hariç!
Çanakkale Boğazı seyri tamamlandıktan sonra jurnale “Saat 21.30 Çanakkale çıkıldı” ya da “Saat
21.30 Şehitlik Abidesi 2 milden selamlandı” yazılır. Çünkü herkes bilir ki
“Çanakkale geçilmez!”
Çıkmaya başlıyoruz biz de… Her manâda… Buradan sonrası yokuş
yukarı çünkü. Hızımız, akıntıdan dolayı 1 - 1,5 mil düşüyor. Allah’tan bugün
yine çok değilmiş akıntı, daha kötülerini de görmüştük. Hatta, bir yerde
okumuştum, “… Sahildeki ağaçların büyüyüşüne tanık olunca teknemin motorunu
daha büyüğüyle değiştirmenin vaktinin geldiğini anladım!” diye tarif ediyordu
Çanakkale yokuşunu…
Çanakkale limanına girmeden hemen önceki iskelede sergilenmek
üzere bağlı bulunan, yüzen tarih Nusret mayın gemisini de selamlıyoruz. Bağlandığımızda
saat 12:20 olmuş bile. (40.152267°, 26.404164°) Evraklarımız yanımızda, acele
ile giriyoruz marina ofisine. Çıkışta bir nüshasını doldurduğumuz transit
log’un diğer nüshasını dolduruyoruz bu sefer. Çıkarken ayrı ayrı onay aldığımız
liman, gümrük ve polis işlemlerine ek olarak yurda girerken bir de sağlık onayı
almamız gerek. Polis ofisi marinanın içinde, diğer üçünün de burada olması
lazım ama maalesef! Telefon ediyoruz ilgili memurların marinaya gelmesi için.
Liman ve gümrük memurları çok bekletmeden gelip işlemleri yaptıktan sonra onay
imzalarını atıp gidiyorlar. Ama sağlık memuru “araç yok” diye gelmiyor. “Nerede bu sağlık
bürosu, biz gidelim o zaman”. Marina görevlisi “Siz daha yurda
giriş yapmadınız. Marinanın kapısından çıkamazsınız.” diyor. İyi o zaman, biz
çıkamıyorsak sağlık memurunun gelmesi lazım! Bir daha arıyoruz, cevap aynı;
“Araç yok, gelemiyorum…”
Bu işte bir terslik var! Bizim yurda girmemiz için sağlık
memurunun bizim bulaşıcı hastalık taşımadığımıza dair onay vermesi lazım ama
sağlık memuru deniz hudut kapısı olan marinada hazır bulunması gerekirken
bulunmadığı gibi, gelmesi için aradığımız halde aracım yok deyip gelmiyor da! Biz
gidelim? Olmaz! O gelsin? Olmaz! Peki ne olacak o zaman? Marina çalışanı “Ben
sizin evrakları sağlık memuruna götürüp onayınızı alayım” diyor, “…maksat
işiniz hallolsun!” Tabi bu “iyiliğin” de
bir bedeli olacak; 150 TL.
Kayıtla, kürekle uğraşmak yerine veririm evraklarımı acente
yetkilisine, ben teknemin havuzluğunda kahvemi yudumlarken o benim adıma tüm işleri
halletsin, diyebilirsiniz. Bu durumda da aldığınız hizmetin elbette bir bedeli
olmalı. Ancak, ben kendi işimi kendim hallederim diyene de saygı duyulmalı,
önüne engeller konup acenteye mahkum edilmemeli bence. Acente kullanmak bir
seçenek olmalı, mecburiyet değil. Biz şimdi neden verelim ki bu parayı? Yurda
giriş işlemlerimizin tamamını biz yapmışız zaten. Aslında görevi gereği deniz
hudut kapısında hazır bulunması gereken, bizi görmemiş, muayene etmemiş olan
sağlık memurundan bizim adımıza onay almak için on dakika yürüme mesafesindeki
sağlık ocağına gidilecek. Hediyesi 150 lira. Bu iş baştan aşağı yanlış!
Saatler ilerliyor, sinirler geriliyor! Marinadan
çıkamazsınız diyen marina çalışanı resmi otorite değil sonuçta. Polis memuruna
gidip durumu anlatıyoruz. O da “Haklısınız ama çıkamazsınız…” deyince, il
sağlık müdürlüğünü arayıp “Deniz hudut kapısında olması gereken memurunuz burda
olmadığı gibi gelmeyi de reddettiği için yurda giremiyoruz” diye durumu izah
ediyorum. On dakika sonra gelen sağlık memuru evrağı onaylıyor ve sonunda
resmen yurda giriyoruz. Teşekkürler!
İşlemler bitip saat 15:10’da alelacele avara olmuş
ayrılırken marina görevlisi bir bana, bir iskeledeki Sare’ye bakıp arkamdan
sesleniyor “Kaptan!
Eşini unuttun!” Sare zaman kazanmak için otobüsle dönecek İstanbul’a. Yarın sabah
ofisinde olmalı. Benimse biraz daha yolum var…
Haritaya şöyle bir
bakıyorum, hava kararmadan varıp geceyi geçirebileceğim en mantıklı yer yine Gelibolu
gibi. Saat 19:25’te Gelibolu’da aynı koya demirimi funda ediyorum. (40.401806°,
26.645026°) Boğaz, yokuş yukarı çok üzmüyor beni bu sefer. Bürokrasinin üstüne
bir de ben yormayayım dediyse, demek…