15 Ağustos
2017, Salı
Geceyi korunaklı bir limanda geçirmenin konforuyla uyanıyoruz
bu sabah. Limanın içi oldukça sakin ve tenha. Şöyle bir etrafıma bakıyorum da
sabah kahvemi yudumlarken, epeyce geniş bir liman Limenas. Mendireğin uzak
ucunda tanıdık bir yelkenli dikkatimi çekiyor, Shiraz. Önce Limanaria’da sonra
da Aliki’de birlikteydik Shiraz’la. Burada da rastlaşacakmışız demek ki.
Hızlıca bir kahvaltı sonrası hazırlanıp çıkıyoruz. Sanda’yı burada
dinlenmeye bırakıp mendireğin hemen dışındaki iskeleden kalkan bir feribota
atıyoruz kendimizi. Yolculuk Kavala’ya… Neden feribotla? Bir iki gecedir
alargada sallanmaktan rahatsız olan ikinci kaptanı bir de Kavala’ya kadar
yormamak için. Ayrıca Kavala buradan 17 deniz mili; Feribotla 1,5 saat Sanda’yla 3,5.
Saat 10:00 gibi
Kavala’dayız. Sokaklar bomboş! Bu saatte siesta da olmaz!? Boş sokaklarda keşif
turuna çıkıyoruz önce. Büyükçe bir meydanda bir turist danışma bürosu görünce
dalıp “Turistiz biz, danışmaya geldik” diyoruz. Kibar bir bey ilgileniyor bizimle.
Şehrin en tarihi, en turistik yerlerini harita üzerine işaretleyip veriyor. Ayrıca
sokakların neden bu kadar boş olduğunu da anlatıyor. Meğer bugün, Meryem
Ana’nın ruhunun göğe yükseldiği günün yıldönümü olduğundan tüm Yunanistan’da bayram
olarak kutlanan bir gün, ayrıca resmi tatil imiş.
Elimizde harita olunca bilinçli bir şekilde gezmeye başlıyoruz
şehri. Tarihi mekânlar deyince tabii ki en başta şehrin kalesi geliyor. Biz
de kaleye doğru yürümeye başlıyoruz. Yolumuzun üstüne çıkan bir kiliseyi de
ıskalamıyoruz; Saint
Nicolas Kilisesi. 1530’da Pargalı İbrahim Paşa adına Kanuni Sultan Süleyman
tarafından yaptırılmış. 1926 yılına kadar İbrahim Paşa Camii adı altında hizmet
veren yapı sonra kiliseye çevrilerek Saint Nicolas Kilisesi adıyla kullanılmaya
başlanmış. Kavala 1387 ile 1912 yılları arasında Osmanlı toprağı imiş. Öyle
olunca da birçok eser kalmış Osmanlıdan…
Şehrin hâkim tepesine çıkan dar sokaklarda buram buram tarih
soluyarak çıkıyoruz kaleye doğru. Sağlı sollu butik pastanelerden taşan sıcak
Kavala kurabiyesi kokusuna kayıtsız kalmak ne mümkün! Tadına bakmadan
geçmiyoruz biz de. Tırmanılacak yokuş kalmayınca kale de karşımıza çıkıyor.
Giriş 5 euro. Bizans döneminde yapılmış kale Osmanlılar tarafından restore
edilerek kullanılmış yüzyıllarca. Kaleden tüm şehri görmek mümkün. Hele en
yüksek burcuna çıktınız mı, şehrin başladığı yerden tutun da, yüzyıllar boyu
şehre su taşımış muhteşem su kemerlerinden ufuktaki Thassos adasına kadar her şey
ayaklarınızın altında.
Kaleden aşağı inerken şehrin simge yapılarından birine daha
rastlıyoruz; İmaret. Bu yapı Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından, doğduğu şehre bir
vefa borcu olarak yaptırılmış. Yıllarca aşevi ve medrese olarak hizmet etmiş
olan yapı sonradan Mısırlı bir iş adamı tarafından satın alınıp lüks bir otel
haline getirilmiş.
İmaret’ten biraz ilerde ise, Mehmet Ali Paşa’nın evi, yemyeşil
ve bakımlı bir meydanı büyük ve tarihi bir kilise ile paylaşıyor. Paşanın
evinin önünde, kendisini at sırtında kılıcını kınına sokarken tasvir eden bir heykeli
bulunuyor. Aslen Kavalalı olan paşa, uzun yıllar Mısır valisi olarak görev
yaptığından, kılıcını çekmiş savaşa giderken tasvir edilmiş bir başka heykeli
de Mısır’da bulunmaktaymış.
Tarihi yerleri gezerken dönüş feribotunu kaçırmayalım
diye iskeleye uğrayıp sefer tarifesini kontrol ediyoruz. Dönüş feribotu
Limenas’a değil Ormos Prinou’ya gidiyor. Ordan Limenas’a 15 km’lik bir yolumuz
var. Otobüs varsa ne âlâ, yoksa bir taksiye atlayacağız. Dönüş için daha
epeyce vaktimiz varmış.
Sahil boyundan yürümeye başlıyoruz, biraz da doğal
güzelliklerini görelim Kavala’nın diye. Kafeler, restoranlar birkaçı hariç hep
kapalı. Birine girip güzel bir yemek yiyip biraz da dinleniyoruz. Malum ya;
yorulmanın adını gezmek koymuşlar. Sonra yine, altını üstüne getirene dek
arşınlamaya başlıyoruz Kavala sokaklarını, caddelerini. Gezmenin hakkını
veriyoruz…
Vakit gelince dönüş için feribota biniyoruz. Arabalı
feribotta bizim gibi yaya yolcular da var, arabasıyla olan da. Günün yorgunluğu
Sare’yi feribot koltuğunda yakalamışken, bir yandan denizi bir yandan insanları
seyrediyorum. Hemen arkamda konuşulan Türkçe dikkatimi çekiyor. İki çocuklu bir
aile Thassos hakkında konuşuyor. Acaba nerelerini gezmeli, nerelerini görmeli,
nerde kalmalı, nerde yüzmeli… İstemeden kulak misafiri olunca dönüp
muhabbetlerine dahil oluyorum. Thassos’u biliyor olmam çok ilgilerini çekince elimdeki
harita üzerinden adayı tanıtıyorum kendilerine. Birazdan Sare de uyanıp ortak
oluyor ayrıntılı Thassos brifingime! Akıllarına ne gelirse soruyorlar,
cevaplıyoruz taze bilgilerimizle. Gönüllü turizm elçileri gibiyiz! İnsanlara
faydalı olmak ne güzel…
Feribot yanaşırken arabalarına buyur ediyorlar bizi. Ne
kadar teşekkür de etsek “Zaten biz de oraya gidiyoruz” deyip bizi limana
bırakmakta ısrar ediyorlar. Onbeş dakika sonra, limanda bizi bekleyen
Sanda’dayız…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder