(Sayfa: 02) Saraylar - Paşalimanı



25 Temmuz 2017, Salı



           Paşalimanı’na gitmek niyetiyle saat 06:00’da demir aldım. Marmara adasının doğusundan aşağıya inip Paşalimanı’na dümen tutacağım.  Koydan çıkıp sancak tarafa dümen kırdım. Işık adasını iskeleden bordalayıp dar bir boğazdan aşağıya doğru iniyorum.  Derinlik 5 metre civarında, boğaz da dar olunca rölantide ve pür dikkat gidiyorum. Daha ancak yarım mil yol almıştım ki bir anda dümende bir vibrasyon hissettim. Allah’ım! Bir şeye dolandım galiba! Palada bir şeyler olduğu kesin de pervane ne durumda acaba? İyi ki çok yavaş gidiyormuşum. Makineyi hemen boşa attım ama bu daracık boğazda suya dalıp müdahale edecek de değilim. Eğilip bakıyorum ki palada irice bir demet sazlık. Uzanıp bir çoğunu temizliyorum ama diplerde sıkışmış birazı daha kalıyor. Az bir yol veriyorum ama sanırım pervanede de bir şeyler var. Allah vere de o da sazlık olsa. Poşet, misina falansa yandık!

           Hemen haritaya bakıyorum. Neyse ki çok yakında bir koy daha var. Yarım mil daha ilerde, sancak tarafımda, doğuya alabildiğine açık bir koy. (40.654702°N, 27.674401°E) Hava doğu esiyor ama çok çok az. Elimi çabuk tutarsam sıkıntımı giderecek kadar burda demirde kalabilirim. Yine rölantide yol veriyorum makineye. Bir yandan da hem palaya hem de pervaneye kulak kesiliyorum. Neyse ki çok ciddi değil vibrasyon.

           Koya girip 2,5 metreye demirliyorum ve hemen şnorkelimi paletlerimi alıp dalıyorum sabah serinliğindeki soğuk suya. Çok şükür, dolanan sadece sazlıkmış. Halat, misina veya poşet değil. Önce palayı sonra da pervaneyi, bıçağa bile gerek duymadan kolayca temizliyorum. Herhangi bir hasar görünmüyor. Hazır dalmışken şu bizim kuyruk tutyasını da monte etsem mi yerine?

           Çıkıp allen anahtarını, yeni aldığım tutyayı alıp belimde kurşun ağırlık kemerimle tekrar giriyorum soğuk suya. Birinci deneme, ikinci deneme, üçüncü deneme… Saatler geçiyor, nefesim kesiliyor, tir tir titriyorum. Öğlene doğru koyun kumsalına 3-5 kadın gelip şezlonglara uzanıyorlar yanlarında küçük kız çocuklarıyla, homurdana homurdana. Önce bir tanesi sesleniyor ben su yüzüne çıktıkça; “Açıktaki tekneeee! Burası kadınlar plajııııı…”  Meğerse burası kadınlar plajıymış!  Ne güzel! Ne güzel de ben plajda değilim ki, açıktayım! Zaten üşümüşüm, nefes nefeseyim, bir de size dert mi anlatayım deyip cevap vermiyorum. Dalıp dalıp çıkmaya devam… Ben çıktıkça, ara ara ısrarla seslenmeye devam ediyorlar. Hiç oralı olmuyorum. Biraz sonra küçük bir kız bağırıyor bu sefer “Açıktaki tekneeeee. Git burdaaaaaaannn..”

           15-20 dalışta montajı tamamlıyorum çok şükür. Vibrasyonla civatalar yerlerinden tekrar çıkmasınlar diye de bu sefer keten conta ve yaylı rondela ile iyice sıkıştırıyorum. Hatta belki sıkıştırma işini biraz abartıyorum ki allen anahtarı bükülüyor. İşi halledene kadar dayandı ya, boşver.

           İçimde bir iş görmenin saadeti, titreye titreye çıkıyorum sudan. Küçük kız hala bağırıyor; “… git burdaaaannn…”  O kadar yoruldum ki kimseye laf anlatacak halde değilim. Zaten işimi de halletmişim. Demir alıp uzaklaşıyorum “plajlarından”.

           Paşalimanı’na doğru 16 deniz mili daha yolum var. Kulak kabartıyorum, palada, pervanede sorun yok. Acaba oraya varınca tutya hala yerinde olacak mı?

           Paşalimanı’na saat 13:40’ta varıyorum. İskelenin biraz açığına, 4 metreye demirimi funda ediyorum ve hemen kahvaltı hazırlamaya girişiyorum. (40.487292°, 27.607083°) Kahvaltıdan sonra kendime geliyorum. Aklım tutyada. Dalıp bakıyorum, yerli yerinde duruyor.

            Sonra sıra güneş panellerinin sorununu anlamaya geliyor. Öyle ya, o kadar bilimsel yaklaşıp en iyi ekipmanlarla, ihtiyacım olandan bile daha yüksek kapasitede elektrik üretecek bir sistem kurmuşum. Sormaz mıyım neden yeterince iyi çalışmıyor diye!

            Önce bağlantı noktalarını kontrol ediyorum tek tek. Bir problem görünmüyor! Kablolarda kopma da muhtemel değil zaten ama bir bakıyorum yine de; sıkıntı yok. Panelleri kontrol etmek için kafamı bimini üstüne kaldırınca bir de ne göreyim; benim panellerin üstü martı pisliği kaplı! Güzelim paneller güneşle buluşamıyorlar ki elektrik üretsinler! Kovaya suyu doldurup başlıyorum temizlemeye. Biraz yoruluyorum ama sonunda paneller pırıl pırıl olup güneşle kavuşuyorlar. Sonunda elektriğe olan hasretimiz bitecek gibi!    

            Paşalimanı’na daha önce hiç gelmediğim için karaya çıkıp bir gezeyim diyorum. Botu suya atıyorum. Daha geçen hafta bakıma götürdüğüm kıçtan takmayı da itinayla indirip bota takıyorum. “Karbüratör tıkanmış, temizledim, bakımını yaptım, saat gibi oldu” demişti Ali usta, “Hep benzindeki pislikten”.  Bu sefer dört kat “parizyen”den süzüp dolduruyorum benzini. Tek marş! Çalıştı. Hem de saat gibi maşallah! O da ne? Sustu! Tekrar marş! Marş! Marş! Evde kimse yok! Çalışmıyor!!!  Of yaa! Ali ustayı arıyorum hemen. Böyle böyle oldu diyorum ama gayet lakayt bir şekilde direktif veriyor; şöyle yap, böyle yap. Olmuyor usta, diyorum, çalışmıyor! Ali usta bombayı patlatıyor; “Olmuyorsa bana ne?” Telefonu kapattıktan sonra yarım saat daha deniyorum ama ne fayda! Ali ustaya  gıyabında uzuuun uzun saygılarımı sunuyor, kıçtan takmayı yerine asıyorum. Bir aylık seyirde bot motorumuz olmayacak anlaşılan!

           Küreklere kuvvet karaya çıkıyorum. Bir gezinip bu adayı keşfedeyim bari. Etraf çok sessiz, nerdeyse hayat yok. Toplasan 15-20 hane midir? Sahili de sahil değil. Görmemekle çok şey kaçırmamışım. Aşağıya doğru yürümeye başlıyorum. Bir müddet sonra başka bir köye varıyorum; Harmanlı. Burası da pek farklı değil. Zaten benim de keyfim yok! Kös kös dönüyorum kayığa.
Hemen akülerin voltajını kontrol ediyorum; gayet iyi! Artık geceleri buzdolabını kapatmak yok. Yaşasın! Köyümüze elektrik geldi!  




 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder