25 Temmuz 2017,
Salı
Paşalimanı’na
gitmek niyetiyle saat 06:00’da demir aldım. Marmara adasının doğusundan aşağıya
inip Paşalimanı’na dümen tutacağım. Koydan çıkıp sancak tarafa dümen kırdım. Işık
adasını iskeleden bordalayıp dar bir boğazdan aşağıya doğru iniyorum. Derinlik 5 metre civarında, boğaz da dar
olunca rölantide ve pür dikkat gidiyorum. Daha ancak yarım mil yol almıştım ki
bir anda dümende bir vibrasyon hissettim. Allah’ım! Bir şeye dolandım galiba!
Palada bir şeyler olduğu kesin de pervane ne durumda acaba? İyi ki çok yavaş gidiyormuşum.
Makineyi hemen boşa attım ama bu daracık boğazda suya dalıp müdahale edecek de
değilim. Eğilip bakıyorum ki palada irice bir demet sazlık. Uzanıp bir çoğunu
temizliyorum ama diplerde sıkışmış birazı daha kalıyor. Az bir yol veriyorum
ama sanırım pervanede de bir şeyler var. Allah vere de o da sazlık olsa. Poşet,
misina falansa yandık!
Hemen
haritaya bakıyorum. Neyse ki çok yakında bir koy daha var. Yarım mil daha
ilerde, sancak tarafımda, doğuya alabildiğine açık bir koy. (40.654702°N, 27.674401°E)
Hava doğu esiyor ama çok çok az. Elimi çabuk tutarsam sıkıntımı giderecek kadar
burda demirde kalabilirim. Yine rölantide yol veriyorum makineye. Bir yandan da
hem palaya hem de pervaneye kulak kesiliyorum. Neyse ki çok ciddi değil
vibrasyon.
Koya
girip 2,5 metreye demirliyorum ve hemen şnorkelimi paletlerimi alıp dalıyorum
sabah serinliğindeki soğuk suya. Çok şükür, dolanan sadece sazlıkmış. Halat,
misina veya poşet değil. Önce palayı sonra da pervaneyi, bıçağa bile gerek
duymadan kolayca temizliyorum. Herhangi bir hasar görünmüyor. Hazır dalmışken
şu bizim kuyruk tutyasını da monte etsem mi yerine?
Çıkıp
allen anahtarını, yeni aldığım tutyayı alıp belimde kurşun ağırlık kemerimle
tekrar giriyorum soğuk suya. Birinci deneme, ikinci deneme, üçüncü deneme…
Saatler geçiyor, nefesim kesiliyor, tir tir titriyorum. Öğlene doğru koyun
kumsalına 3-5 kadın gelip şezlonglara uzanıyorlar yanlarında küçük kız
çocuklarıyla, homurdana homurdana. Önce bir tanesi sesleniyor ben su yüzüne
çıktıkça; “Açıktaki tekneeee! Burası kadınlar plajııııı…” Meğerse burası kadınlar plajıymış! Ne güzel! Ne güzel de ben plajda değilim ki,
açıktayım! Zaten üşümüşüm, nefes nefeseyim, bir de size dert mi anlatayım deyip
cevap vermiyorum. Dalıp dalıp çıkmaya devam… Ben çıktıkça, ara ara ısrarla
seslenmeye devam ediyorlar. Hiç oralı olmuyorum. Biraz sonra küçük bir kız
bağırıyor bu sefer “Açıktaki tekneeeee. Git burdaaaaaaannn..”
15-20
dalışta montajı tamamlıyorum çok şükür. Vibrasyonla civatalar yerlerinden
tekrar çıkmasınlar diye de bu sefer keten conta ve yaylı rondela ile iyice
sıkıştırıyorum. Hatta belki sıkıştırma işini biraz abartıyorum ki allen
anahtarı bükülüyor. İşi halledene kadar dayandı ya, boşver.
İçimde
bir iş görmenin saadeti, titreye titreye çıkıyorum sudan. Küçük kız hala
bağırıyor; “… git burdaaaannn…” O kadar
yoruldum ki kimseye laf anlatacak halde değilim. Zaten işimi de halletmişim.
Demir alıp uzaklaşıyorum “plajlarından”.
Paşalimanı’na
doğru 16 deniz mili daha yolum var. Kulak kabartıyorum, palada, pervanede sorun
yok. Acaba oraya varınca tutya hala yerinde olacak mı?
Paşalimanı’na
saat 13:40’ta varıyorum. İskelenin biraz açığına, 4 metreye demirimi funda
ediyorum ve hemen kahvaltı hazırlamaya girişiyorum. (40.487292°, 27.607083°) Kahvaltıdan
sonra kendime geliyorum. Aklım tutyada. Dalıp bakıyorum, yerli yerinde duruyor.
Sonra sıra güneş panellerinin
sorununu anlamaya geliyor. Öyle ya, o kadar bilimsel yaklaşıp en iyi
ekipmanlarla, ihtiyacım olandan bile daha yüksek kapasitede elektrik üretecek
bir sistem kurmuşum. Sormaz mıyım neden yeterince iyi çalışmıyor diye!
Önce bağlantı noktalarını kontrol
ediyorum tek tek. Bir problem görünmüyor! Kablolarda kopma da muhtemel değil
zaten ama bir bakıyorum yine de; sıkıntı yok. Panelleri kontrol etmek için
kafamı bimini üstüne kaldırınca bir de ne göreyim; benim panellerin üstü martı
pisliği kaplı! Güzelim paneller güneşle buluşamıyorlar ki elektrik üretsinler!
Kovaya suyu doldurup başlıyorum temizlemeye. Biraz yoruluyorum ama sonunda
paneller pırıl pırıl olup güneşle kavuşuyorlar. Sonunda elektriğe olan
hasretimiz bitecek gibi!
Paşalimanı’na daha önce hiç gelmediğim için
karaya çıkıp bir gezeyim diyorum. Botu suya atıyorum. Daha geçen hafta bakıma
götürdüğüm kıçtan takmayı da itinayla indirip bota takıyorum. “Karbüratör tıkanmış,
temizledim, bakımını yaptım, saat gibi oldu” demişti Ali usta, “Hep benzindeki
pislikten”. Bu sefer dört kat “parizyen”den
süzüp dolduruyorum benzini. Tek marş! Çalıştı. Hem de saat gibi maşallah! O da
ne? Sustu! Tekrar marş! Marş! Marş! Evde kimse yok! Çalışmıyor!!! Of yaa! Ali ustayı arıyorum hemen. Böyle
böyle oldu diyorum ama gayet lakayt bir şekilde direktif veriyor; şöyle yap,
böyle yap. Olmuyor usta, diyorum, çalışmıyor! Ali usta bombayı patlatıyor;
“Olmuyorsa bana ne?” Telefonu kapattıktan sonra yarım saat daha deniyorum ama
ne fayda! Ali ustaya gıyabında uzuuun
uzun saygılarımı sunuyor, kıçtan takmayı yerine asıyorum. Bir aylık seyirde bot
motorumuz olmayacak anlaşılan!
Küreklere
kuvvet karaya çıkıyorum. Bir gezinip bu adayı keşfedeyim bari. Etraf çok
sessiz, nerdeyse hayat yok. Toplasan 15-20 hane midir? Sahili de sahil değil.
Görmemekle çok şey kaçırmamışım. Aşağıya doğru yürümeye başlıyorum. Bir müddet
sonra başka bir köye varıyorum; Harmanlı. Burası da pek farklı değil. Zaten
benim de keyfim yok! Kös kös dönüyorum kayığa.
Hemen akülerin voltajını
kontrol ediyorum; gayet iyi! Artık geceleri buzdolabını kapatmak yok. Yaşasın!
Köyümüze elektrik geldi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder