(Sayfa: 13) Limenaria



7 Ağustos 2017, Pazartesi



Psili Ammos’u çok beğendik. Dün, bütün gün demirli olduğumuz yerden kımıldamadan keyif yaptık. Tam anlamıyla plaj keyfi!  Kah havuzlukta, kah kumsalda… Şairin dediği gibi; Uzanmışım kumsala, güneş damlar içime…  


Özellikle dün, herhalde günlerden pazar olduğundan, küçücük koy bir anda kabalıklaştı, 6-7 tekne oluverdi. Demiri funda eden kendini berrak sulara bırakıyor. Ama millet çok haklı; deniz billur gibi olunca… Akşam da herkes yine bir anda kayboluverdi. Koyda sadece Sanda kaldı. 


Bu sabah da aynı rehavetle, nazlana nazlana kalkıyoruz yataktan. Acelemiz yok. Bu güzel koyda biraz daha vakit geçirmek için ağırdan alıyoruz.  Mahmurluğumuzu atmak için yine ilk iş, masmavi denizin kollarına bırakıyoruz kendimizi. Öyle iyi geliyor ki… Sonra aheste bir brunch. Bunu havalı olsun diye söylemiyorum, öğlen olduğu için... Burası gerçekten de çok güzel bir koy.


Biraz daha mı kalsak, biraz daha mı..? Derken neredeyse akşamı ediyoruz. Ama artık demir almak zamanı! İstikamet Limenaria.  


Bir saatlik bir seyrin ardından 17:30’da Limenaria’dayız.  Liman inşa halinde. İçerisi bomboş. Mendirekler yeni yapılmış. İçerde iş makineleri duruyor ama işçiler yok. Limana, hemen bizim önümüzde giren yelkenlinin bağlanmasını bekleyip arkasına aborda oluyoruz. (40.625638°, 24.574800°) Bu çok kullanışlı bir yöntem; hiç bilmediğim bir limana girdiğimde bir sığlığa oturmamak, bir sıkıntı yaşamamak için diğer yelkenlilere bakıyorum nerelere bağlanmışlar diye. Biraz sonra bir başka yelkenli de bizim arkamıza aborda olunca üç kayık oluyoruz koskoca limanda.
  

İlk yelkenlinin kaptanı sahil yoluna cepheli bir dükkandan upuzun bir hortum çekiyor teknesine kadar. Başlıyor bütün tekneyi yıkamaya. Yıkıyor da yıkıyor… Epeyce bekledikten sonra gidip soruyorum, işi bitince hortumla biraz su alabilir miyim diye. Tatlı su tankımızda eksilen suyu tamamlamak lazım hazır su bulmuşken, değil mi!  “Tabi” diyor Kostas  “...On dakika daha işim var, sonra ne kadar isterseniz…” Bu arada laflıyoruz. Tekne onunmuş. Üç yaşında 38 feet bir Hanse. Kaptanlı olarak kiralıyormuş.  Hortumu çektiği butik otel de kendisininmiş. Bana kartını veriyor. Genç bir turizmci arkadaş.  “Çok müşterim oluyor benim İstanbul’dan” diyor. Hatta yarın sabah da İstanbul’dan gelen 3 müşteriyi gezdirecekmiş. Limanın durumunu soruyorum. “İnşaat devam ediyor ama ulusal tatil olduğundan ayın 15’ine kadar paydos. Dilediğiniz gibi bağlanabilirsiniz” diyor. Adanın çevresini tekneyle gezeceğiz, ne tarafa doğru gidelim, diye soruyorum. Adanın güney ve doğu sahillerini Limenas’a kadar gezin, bir sürü güzel koy göreceksiniz, deyip haritada gösteriyor koyları, beach’leri. Neticede tekneyle turist gezdiren adam kendisi…


Suyumuzu tamamlayıp hortumu iade ediyoruz, teşekkür ederek. Madem inşaat paydos, Sanda’yı burada bırakıp araç kiralayabiliriz. Adayı köşe bucak gezeriz arabayla. Her köyünü, her mahallesini… 


Üstümüzü değiştirip başlıyoruz Limenaria sokaklarını arşınlamaya. Sokakları epey canlı. Genellikle Balkan’lardan gelmiş turistler ama başka başka milletlerden de var. Turistik eşya satan dükkanların hemen hepsinde zeytin ürünleri ile bal satılıyor.  Hatta sadece bal satan dükkanlar bile var. Ada baştan sona yemyeşil ve ağaçların yarısı zeytin yarısı da çam olunca en ünlü ürünleri de zeytin ile çeşit çeşit bal olmuş haliyle. Bir dükkana giriyoruz, her çeşit bal var; çiçek balı, portakal balı, çam balı, orman balı, kestane balı, kekik balı… Her birini dikkatle tadıyoruz. En çok kestane balı hoşumuza gidiyor. Alıyoruz epeyce. 


 Ayrıca turistlere yönelik envai çeşit hediyelik eşya satan dükkanlar da var. Terlik, havlu, anahtarlık gibi ürünlerde sevimli eşekleri görünce buranın sembolü herhalde diyoruz. Tezgahtarlardan birine soruyoruz. Arabalar yokken, çok uzun yıllar, her türlü nakliyat ve ulaşımda kullanıldığı için bir nevi maskot haline gelmiş eşekler bu adada. Eşekli, Thasos temalı, plaj temalı bir dolu da magnet alıyoruz hediyelik. 


Dolaşırken acıktığımızı fark eder etmez ilgimiz restoranlara kayıyor. Balık mı yesek, köfte mi? Kapı önlerindeki menülerde tüm fiyatlar yazılı. İçeri girmeden biliyorsun ne ödeyeceğini. Aaa, şuradaki pizzacının önünde Türkçe menü var!  Bak bu tavernada da Türkçe menü koymuşlar, diğer birçok dilin yanında. 


Etrafta değişik milletlerden insanlar olunca daha bir “dünya vatandaşı” hissediyorum kendimi. Daha gamsız… Daha bir hümanist…  












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder