7 Ağustos 2017, Pazartesi
Psili
Ammos’u çok beğendik. Dün, bütün gün demirli olduğumuz yerden kımıldamadan
keyif yaptık. Tam anlamıyla plaj keyfi! Kah
havuzlukta, kah kumsalda… Şairin dediği gibi; Uzanmışım kumsala, güneş damlar
içime…
Özellikle
dün, herhalde günlerden pazar olduğundan, küçücük koy bir anda kabalıklaştı,
6-7 tekne oluverdi. Demiri funda eden kendini berrak sulara bırakıyor. Ama
millet çok haklı; deniz billur gibi olunca… Akşam da herkes yine bir anda
kayboluverdi. Koyda sadece Sanda kaldı.
Bu
sabah da aynı rehavetle, nazlana nazlana kalkıyoruz yataktan. Acelemiz yok. Bu
güzel koyda biraz daha vakit geçirmek için ağırdan alıyoruz. Mahmurluğumuzu atmak için yine ilk iş, masmavi
denizin kollarına bırakıyoruz kendimizi. Öyle iyi geliyor ki… Sonra aheste bir
brunch. Bunu havalı olsun diye söylemiyorum, öğlen olduğu için... Burası
gerçekten de çok güzel bir koy.
Biraz
daha mı kalsak, biraz daha mı..? Derken neredeyse akşamı ediyoruz. Ama artık
demir almak zamanı! İstikamet Limenaria.
Bir
saatlik bir seyrin ardından 17:30’da Limenaria’dayız. Liman inşa halinde. İçerisi bomboş. Mendirekler
yeni yapılmış. İçerde iş makineleri duruyor ama işçiler yok. Limana, hemen
bizim önümüzde giren yelkenlinin bağlanmasını bekleyip arkasına aborda oluyoruz.
(40.625638°, 24.574800°) Bu çok kullanışlı bir yöntem; hiç bilmediğim bir
limana girdiğimde bir sığlığa oturmamak, bir sıkıntı yaşamamak için diğer
yelkenlilere bakıyorum nerelere bağlanmışlar diye. Biraz sonra bir başka
yelkenli de bizim arkamıza aborda olunca üç kayık oluyoruz koskoca limanda.
İlk
yelkenlinin kaptanı sahil yoluna cepheli bir dükkandan upuzun bir hortum
çekiyor teknesine kadar. Başlıyor bütün tekneyi yıkamaya. Yıkıyor da yıkıyor… Epeyce
bekledikten sonra gidip soruyorum, işi bitince hortumla biraz su alabilir miyim
diye. Tatlı su tankımızda eksilen suyu tamamlamak lazım hazır su bulmuşken,
değil mi! “Tabi” diyor Kostas “...On dakika daha işim var, sonra ne kadar
isterseniz…” Bu arada laflıyoruz. Tekne onunmuş. Üç yaşında 38 feet bir Hanse. Kaptanlı
olarak kiralıyormuş. Hortumu çektiği
butik otel de kendisininmiş. Bana kartını veriyor. Genç bir turizmci
arkadaş. “Çok müşterim oluyor benim İstanbul’dan”
diyor. Hatta yarın sabah da İstanbul’dan gelen 3 müşteriyi gezdirecekmiş. Limanın
durumunu soruyorum. “İnşaat devam ediyor ama ulusal tatil olduğundan ayın
15’ine kadar paydos. Dilediğiniz gibi bağlanabilirsiniz” diyor. Adanın
çevresini tekneyle gezeceğiz, ne tarafa doğru gidelim, diye soruyorum. Adanın güney
ve doğu sahillerini Limenas’a kadar gezin, bir sürü güzel koy göreceksiniz,
deyip haritada gösteriyor koyları, beach’leri. Neticede tekneyle turist
gezdiren adam kendisi…
Suyumuzu
tamamlayıp hortumu iade ediyoruz, teşekkür ederek. Madem inşaat paydos,
Sanda’yı burada bırakıp araç kiralayabiliriz. Adayı köşe bucak gezeriz arabayla.
Her köyünü, her mahallesini…
Üstümüzü
değiştirip başlıyoruz Limenaria sokaklarını arşınlamaya. Sokakları epey canlı.
Genellikle Balkan’lardan gelmiş turistler ama başka başka milletlerden de var.
Turistik eşya satan dükkanların hemen hepsinde zeytin ürünleri ile bal
satılıyor. Hatta sadece bal satan
dükkanlar bile var. Ada baştan sona yemyeşil ve ağaçların yarısı zeytin yarısı
da çam olunca en ünlü ürünleri de zeytin ile çeşit çeşit bal olmuş haliyle. Bir
dükkana giriyoruz, her çeşit bal var; çiçek balı, portakal balı, çam balı,
orman balı, kestane balı, kekik balı… Her birini dikkatle tadıyoruz. En çok
kestane balı hoşumuza gidiyor. Alıyoruz epeyce.
Ayrıca turistlere yönelik envai çeşit
hediyelik eşya satan dükkanlar da var. Terlik, havlu, anahtarlık gibi ürünlerde
sevimli eşekleri görünce buranın sembolü herhalde diyoruz. Tezgahtarlardan
birine soruyoruz. Arabalar yokken, çok uzun yıllar, her türlü nakliyat ve
ulaşımda kullanıldığı için bir nevi maskot haline gelmiş eşekler bu adada.
Eşekli, Thasos temalı, plaj temalı bir dolu da magnet alıyoruz hediyelik.
Dolaşırken
acıktığımızı fark eder etmez ilgimiz restoranlara kayıyor. Balık mı yesek,
köfte mi? Kapı önlerindeki menülerde tüm fiyatlar yazılı. İçeri girmeden
biliyorsun ne ödeyeceğini. Aaa, şuradaki pizzacının önünde Türkçe menü var! Bak bu tavernada da Türkçe menü koymuşlar,
diğer birçok dilin yanında.
Etrafta
değişik milletlerden insanlar olunca daha bir “dünya vatandaşı” hissediyorum
kendimi. Daha gamsız… Daha bir hümanist…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder