(Sayfa: 12) Psili Ammos



5 Ağustos 2017, Cumartesi



Sabah mahmurluğumuzu kahve ile atıp demiri topluyoruz. Kahvaltımızı, az ilerdeki bir başka “beach”te yapmak için sadece 5 dakikalık bir seyir yapmamız gerek. 


Psili Ammos Beach’e (40.582455°, 24.631055°) demirlerken altımızdaki suyun harikulade renginde kayboluyoruz. Gerçekten de çok güzel!  Küçük ama çok güzel, çok popüler bir plaj burası. Denizin rengi turkuaz, dibi mis gibi incecik kum. Plaj da öyle. Bütün Balkanlar burada. Plaj keyfi için daha ziyade gençlerin tercihi olmuş burası. Bu plajın da keyfi çıkartılır yani…


SUP yapanlar etrafımızda dört dönüyor. Plajdan bir SUP kiralayan soluğu bizim yanımızda alıyor. Ayakta durmaya çalışanlar, düşenler, kalkanlar… Biz de, kahvaltımızı bir an önce bitirip atıyoruz kendimizi o güzelim suya. Yüzmek, hele de böylesi güzel bir denizde yüzmek harika.


Yüzerek karaya çıkıp plajda kalabalığa karışıyoruz. Eni konu bir “beach club” olması yanında kendi şemsiyesini dikmiş olanlar da var. Şezlong,  şemsiye 10 euro, meyve kokteyli 5.  Plajda çok eğleniyoruz gün boyu. Tatil modundayız…


Bir kafe bir de restoran var kumsalın başında. Bir balık yiyelim şurada diyoruz akşam olunca. Menüye bakarken, emin olmak için garsona soruyoruz bu ne balığıdır diye. Garson nereli olduğumuzu soruyor. Türküz deyince hemen bir Türkçe menü getiriyor. Zekice! Çıkarken menülere bir göz atıyoruz. Yunanca, Rusça, Türkçe, İngilizce, Sırpça,  Almanca… Her dilden var.


Yemeğin ardından beach volley sahasına doğru seğirtiyoruz. Oynayanlara sorup hemen dahil oluyoruz oyuna. İnsanlar sıcak kanlı, biz onlardan sıcak kanlı. Oyundan sonra ayaküstü muhabbet başlıyor. Biri Yunanlı, biri Sırp. Bir diğeri Kanada’dan geldim ben, deyince şaşırıyoruz. Taa dünyanın bir ucundan nasıl olmuş ta bulmuş bu küçücük adayı? Meğer o da Sırp asıllıymış. 20 yıl önce göç etmiş Kanada’ya. İstanbul’un güzelliklerinden bahsediyor bize. Yerebatan sarnıcından, Sultanahmet camisinden. 


Sonra kendi dilinde de olan Türkçe kelimelerden aklına gelenleri saymaya başlıyor; börek, çekiç, çarşaf, maymun, torba, çorap… Ne çok varmış, deyince “Tabii ki öyle olacak…” diyor, “…Bizim oraları 500 sene yönetti Osmanlı.”        
   

Plaj saati bitince herkes oteline gitmek üzere vedalaşıyor. Sırp olan, plajın hemen arkasından geçen adanın biricik asfalt yolunun bir yönünü gösterip “Ben bu tarafa gidiyorum. Siz de aynı tarafa mı?” diye soruyor. Hayır diyoruz. “O zaman diğer taraf” diyor. Denizi işaret edip “Biz bu tarafa…”  deyince sorgulayan gözlerle bakıyor bize.  Açıktaki Sanda’yı gösterip “İşte bizim yüzen evimiz.” deyince şaşırıyor;  “Aaa! İstanbul’dan buraya yelkenliyle mi geldiniz? Ne güzel…”       






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder