(Sayfa: 14) Potos



8 Ağustos 2017, Salı

Allah’ım! Bu ne sıcak! Bunaldık resmen… Acilen plaj moduna geçip kendimizi mendireğin hemen ardındaki kumsala atıyoruz. Burası “beach club” gibi değil de daha çok kasaba merkezlerindeki halk plajları gibi. Sahil boyunca uzanan işletmeler, oteller hemen önlerindeki kumsala kendi şezlonglarını atmışlar ama hemen yanında havlusunu serenler de var. Deniz hafiften dalgalı. Epeyce yüzüyoruz yine de… 

Kendimizi denize atıp serinledikten sonra üstümüzü değiştirip kumanya ikmali yapmak için çarşıya gidiyoruz. Dört – beş gün alargada kalınca kumanya biraz azaldı tabi. Kumanya işi tamam. Sırada kiralık araç işi var. Merkezde bir iki dükkan görmüştük. Gidip o işi de halledelim diyoruz ama dükkanlarda kapı duvar. Siesta vakti olunca kapanmış hepsi. Sabahtan öğlene kadar çalışan dükkanlar 13:30’da kapanıyor. Sonra akşam 18:00 ila 22:00 arası serinlikte tekrar açık. Çok enteresan, değil mi?!

Biraz daha gezip çevreyi keşfettikten sonra sıcaktan bunalıp kayığa dönüyoruz. Havuzlukta, gölgede kitap keyfi yaparken yapılı bir genç yaklaşıp Almanca bir şeyler söylüyor. Almanca bilmiyorum, İngilizce lütfen, deyince o kanala geçiyor hemen. Teknenin kiralık olup olmadığını soruyormuş meğer. Çok beğendiyse demek! Maalesef kiralık değil, diyorum. Ama ayağımıza kadar gelmiş müşteriyi geri çevirmek de olmaz, değil mi! Hemen içerden, dün hortumunu ödünç aldığım Kostas’ın kartını bulup veriyorum. İşte bu numarayı arayın, çok güzel bir kiralık tekne bu numarada…” diye reklamını yapıyorum Kostas’ın.

Siesta sonrası bir daha gideceğiz araba kiralama şirketlerine. Ama önce akşam yemeği için güzel bir yer bulalım diye girilmedik sokak bırakmıyoruz Limenaria’da. Burası küçük sahil kasabası olmak için büyük, büyük merkez olmak için de biraz küçük bir yer. Esnafı, yerlisi sıcak kanlı, güler yüzlü, nazik insanlar. Turistleri de genelde Balkan ülkelerinden gelmiş kendi halinde, sakin tatilciler.  

Araç kiralama işi de tamam; benzinli, manuel Picanto. Günlüğü 40 euro, saat 21:00’de teslim. Yok ben otomatik isterim derseniz 60 euro. Aslında, daha önce hiç  görmediğimiz, çok daha şirin bir araç beğeniyoruz; Toyota Aygo. Ama maalesef müsait olanı yok. Mecburen Picanto diyoruz biz de.

Arabayı alınca yakındaki yerlerden başlayalım adayı gezmeye diyoruz. Haritaya bakıyoruz. Beş dakika sonra Potos’tayız. Burası epeyce canlı. Limenaria’dan daha mı fazla turist çekmiş, nedir?  Belki de tam “piyasa” saati olduğundan. Hemen karışıyoruz kalabalığa… 

Beach barların birinde küçük bir nargile dikkatimizi çekiyor. Hemen girip garsona soruyoruz, ne marka tütün kullandıklarını. Garson yüzümüze biraz boş bakıp “Tütün işte!” diyor. Biraz daha açıklayıcı olmak için tütün markalarını sayıyorum, bunlardan hangisini kullanıyorsunuz diye.  Yine aynı ifadeyle cevap veriyor; “Sadece tütün. Markasını bilmiyorum.”  Peki fiyatı ne kadar diye soruyoruz, “saati 10 euro” diyor!  Saati mi? Nasıl yani? “Evet, saati 10 euro”.  Şaşkın şaşkın birbirimize bakıyoruz önce, sonra soruyoruz garsona; “İyi de, bu nargile denen şey keyif işidir. Bir yaktın mı iki buçuk, üç saat içersin. Saat başı ücretlendirme mi olur? Bilardo salonu mu burası? Bir saat dolunca ne yapıyorsunuz, saat doldu deyip nargileyi masadan alıyor musunuz?” Garson biraz mahcup, gülümsüyor  “Biliyorum çok saçma! Patrona da söyledim aslında ama maalesef kendisinin kararı bu…”   Gülerek uzaklaşıyoruz…

Potos gayet renkli, hareketli… İnsanlar giyinmiş, süslenmiş sokaklarda, sahilde fink atıyor. Sokakları daha bir tatil yeri havasında. Butik oteller, küçük şirin kafeler, gündüz beach club olduğu her halinden belli sahil barlarında disko havası… Birkaç saat önce yüzdüğü plajın kıyısındaki caddede şimdi giyinmiş, süslenmiş, üzerinde iyot kokusu ile gezmelere çıkmış tatilciler… Etraf cıvıl cıvıl…









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder