1 Ağustos 2017, Salı
Allah’ım,
bu ne rüzgâr! Ne Myrina’yı
gezebildik ne de başka bir şey… Bari plaja gidip yüzsek mi biraz? Denizin
içinde olursak rüzgârdan da
korunmuş oluruz hem. Yüzerken iyi de çıkınca rüzgâr şaka maka üşütüyor insanı. Uçuşan kum taneleri, kumsalda aynı
anda sokan yüzlerce sivrisinek gücünde.
Limanda da ciddi esiyor hava.
Koltuklar, açmazlar, Allah ne verdiyse bağladım. Yine de, sağanaklarda öyle bir
esiyor ki gözüm sürekli halatlarda, kayıkta.
Havuzlukta otururken geçen bir
Fransız kadın selam veriyor. Dört-beş tekne yanda bağlılarmış onlar da. “Hoş
geldiniz.” Diyor, “Nerden geliyorsunuz? Nasıl geçti seyir?” On saatlik çok keyifli ve yorucu bir yelken
seyriyle Türkiye Çanakkale’den geliyoruz, diyoruz. “Böyle böyle büyüteceksiniz
etaplarınızı, menzilinizi” diyor, “Bugün 10 saat, yarın yirmi saat, sonra durmaksızın
iki-üç günlük seyirlerle…”
Hemen yanımızda kocaman bir
katamaran bağlı. Hollanda bayraklı. İçinde yaşlıca bir karı-koca, 75 civarında
varlar. Pek dost canlısı değiller. Daha teknelerinden çıktıklarını görmedik.
Uçuşan kum taneciklerinden korunmak için cibinlik misali bir tülle çepeçevre kapattıkları
geniş havuzluklarında zaman geçiriyorlar hep.
Adam
genelde bulmaca çözüyor, kadın çorap örüyor. “Acaba kocasının başına mı” deyip
eğleniyoruz biz de. Adam kısa boylu, zayıf biri. Bu koskoca katamaranı tek
başına nasıl abrıyor ki? Demek karısı da iyi denizci. Yoksa zor gerçekten.
Hallerine bakılırsa emekli olduktan sonra kendilerine iki dönüm bir katamaran alıp
sıcak denizlerde geçirmeye başlamışlar zamanlarını. Zaten, böyle bir tekne
olunca eve de ihtiyaç yok. Arada torunlar da geliyorsa mis! Her girdikleri
limanda birkaç hafta kalıyor gibiler. Zaman da gani nasılsa. Kendi hallerinde
yaşayıp gidiyorlar işte, kimseye bir zararları yok gibi. Ah, bir de teyzenin
üstündeki, 20’liklere öykünürcesine giydiği cüretkârdan öte seksi bikini olmasa!
İnsanın gözlerini yakıyor biraz fazla bakınca…
Havuzlukta
otururken dikkatimi çekiyor. Teknelerin bağlandığı halatlar ne kadar da temiz!
Birinin üstünde bile yosun olmaz mı? Beton iskeleyi inceliyorum bu defa, deniz
seviyesini ve hemen aşağısını… Yok! Ne yosun, ne kekamoz! Bizim orda at halatı
suya, bir hafta sonra yemyeşil yosun kaplanır. Burda ise sanki dün yapılmış,
dün suya batırılmış bu beton iskele; tertemiz!
Hem
siestadan hem rüzgârdan, etraf
gayet sakin bugün. Ne yapalım, biz de kendimizi kayığa hapsedip kitap
sayfalarında kayboluyoruz. Olsun! Bu da ayrı bir keyif…
Akşam oluyor ama poyraz aynı poyraz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder