4 Ağustos 2017, Cuma
Sabah
çok erken kalkmıyoruz bu defa. Dünkü yorgunluğu atarken bebek gibi uyumuşuz.
Uykudan kalkar kalkmaz ilk iş denize atlamak çok zevkli. Hele de deniz bu denli
berrak olunca. Dipteki kum tanelerini say, o kadar!
Dört
başı mamur bir kahvaltıdan sonra da uzun uzun tadını çıkartıyoruz bu turkuaz
denizin. Sonra bota atlayıp karaya çıkalım bir diyoruz. Sonuçta, keşfedilmeyi
bekleyen yeni bir adanın, Thasos’un bir koyunda uyandık bu sabah.
Botu
suya atınca gözüm vardavelada asılı duran kıçtan takmaya takılıyor. Tekrar bi
denesem mi? Yerinden indirip bota monte ediyorum önce. Sonra, bir umut
asılıyorum kaytanına. Ama maalesef yine çalışmıyor! İyi ama seyre çıkmadan
hemen önce götürüp bir “ustaya” emanet etmemiş miydim bakımını yapsın diye!
Yine “saygılarımı” sunuyorum kendisine. Usta, “usta” çıkmayınca motor da hiçbir
işimize yaramıyor. Ulen, zaten senede 3-4 hafta lazım bu motor bana. Onda da
çalışmayacaksa dönünce çalışmış ne fayda!
Asılıyorum
küreklere, mecbur! Karada küçük bir keşif turu atıyoruz önce. Astris beach küçük bir koy. Bir market, bir
iki otel, küçük bir plaj… Yeter! Buraya kadar gelmişken Giola denilen turistik
yeri de görmeli. Bakıyoruz 5 km uzaklıktaymış, bir saatlik yürüme mesafesi. Hem
ayaklarımız da açılmış olur. Yürüyelim o halde.
Hava
da epey sıcakmış. Yol, kızgın güneşin altında yürüdükçe uzuyor mu, ne? Dolmuş,
taksi falan da geçmiyor hiç! Otostop mu çeksek? Aaa! Şu geçen araba 23
plakaydı! Aaa, bak bu da 59! Bir, iki derken üçüncü araba duruyor. Yunan plaka
bir araç. Adama “Giola’ya gidiyoruz” diyoruz, “Yes, yes, Giola” diyor. Belli ki
İngilizcesi bu kadar bu amcanın. Biraz sonra bir kavşakta indiriyor bizi.
Sadece “Giola” diyor eliyle bir yönü göstererek. Teşekkür edip adamın
gösterdiği yöne doğru yürümeye başlıyoruz. Adam da buradan düz devam edecek
herhalde derken, gerisin geri dönüp
gidiyor. Bizi bu kavşağa bırakmak için yolunu uzatmış zahir! Pes! Gıyabında bir
kez daha teşekkür ediyoruz bu güzel insana.
Kavşaktan
aşağıya bir otostop daha çekiyoruz. İlk araba alıyor bizi, aşağıya kadar
götürüyor sağ olsun. Yol da ne yol! Sanki ormanın içinden dün gece açılmış;
tamamen toprak, çok dar ayrıca çok da engebeli. Karşılıklı gelen-giden
sürücülerin birbirlerine yol vermedeki yarışları dikkatimizi çekiyor. İstanbul’da
olsa, “kim kafayı daha önce sokacak” yarışı olur.
Otopark
için ayrılmış alandan sonrasını yürümek gerekiyor. Ve sonunda işte Giola! Çok
güzel bir yermiş gerçekten de. Thasos’a kadar gelip de burayı görmeden
dönmemekle çok iyi etmişiz. Denizin hemen dibinde, koskocaman blok kayaların
içinde genişçe bir oyuk halinde doğal bir havuz. Çok ilginç bir oluşum! Her
yerden gelen turistler doldurmuş etrafı. Blok kayaların üstüne havlusunu sermiş
güneşlenen de var, daha yüksekçe bir kayanın bir karış gölgesine sığınmaya
çalışan da. Kimi Giola’nın içinde yüzmeyi yeğliyor, kimi bir adım ötedeki serin
denize bırakıyor kendini.
Giola’nın
etrafını çevreleyen kayalar, atlamak isteyenler için çeşitli yükseklikler
oluşturacak şekilde, basamak gibi git gide yükseliyor. Kendine güvenenler en
yüksek yerden atlıyor çivileme. Kalabalık arasında 5-6 yaşlarında bir Rus kızı,
alçaktan başlayarak atlamaya başlıyor suya. Sonra biraz daha yüksekten atlıyor,
sonra biraz daha yüksekten, her seferinde cesaretiyle daha çok kişinin
ilgisini, alkışını toplayarak. Sonunda en yüksek noktaya çıkıyor. Tüm gözler
üzerinde! Bir saniyelik tereddütten sonra ordan da atlıyor. Alkış kıyamet
çıkıyor sudan! Herkesi kendine hayran bırakıyor bacak kadar boyuyla. Sonra
gidip bir daha, bir daha atlıyor! Helal olsun diyoruz biz de.
Akşam
kayığa dönerken, ekmek almak için hemen kıyıdaki markete giriyoruz. Sadece iki
tane ekmek kalmış. Bakkal amcaya ekmekler taze mi diye soruyoruz. Amca biraz
asabi; “Taze! Taze! Bir euro!” diye bağırıyor. Raflara biz göz gezdiriyoruz neler
var diye. “Lokoomi. Traditional Greek Delight” dikkatimizi çekiyor. “Olduuu”
deyip gülüşüyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder