31 Temmuz 2017,
Pazartesi
Sabah
erkenden Port Authority’nin kapısına dayandık. Bu sefer içerisi memur kaynıyor.
Üniformaları ayırt etmek zor. Polis memuru da var içlerinde başka başka
memurlar da.
Bir memura derdimizi anlatıyoruz. “Yeni”
geldik, giriş yapmak istiyoruz, deyince evraklarımız alıp hemen başlıyor
çekmecesinden çıkarttığı Transit Log’u doldurmaya. Bize birkaç soru da soruyor
doldururken, sonra “Tamam” diyor, “Kaydınızı aldım. Şimdi gidebilirsiniz. 2,5
saat sonra gelin.” Burdaki işimiz şimdilik bu kadarmış.
Biz de, iletişim problemini
halletmek için çarşıya gidelim madem diyoruz, birer Yunan sim kartı almak
lazım. Adalarda Cosmote daha iyi çeker demişlerdi. Biz de çarşı meydanındaki Cosmote
Shop’a giriyoruz hemen. Karşımıza çıkan ilk kıza anlatıyoruz derdimizi, ihtiyacımızı.
Şükür, İngilizce burada da geçer akçe.
Virginia
bir yandan işlemlerimizi hallederken bir yandan da üniversiteyi Samos’ta
okuduğundan, Kuşadası’ndan bahsediyor. “Bildiğin Türkçe kelime var mı hiç?”
diye soruyorum, “imambayildi” diyor kocaman bir gülümsemeyle, bir de “sevda”…
Aldığımız
her bir sim kart için, kart bedeli 5
euro, 3 ay boyunca kullanılabilen 10 GB internet ve şebeke içi bilmem ne kadar dakika
konuşma, bilmem ne kadar sms için de 10 euro, toplam 15’er euro ödüyoruz. Artık
hava raporlarını almak, seyir bölgelerini incelemek, Türkiye’yi görüntülü
aramak, eş-dostla mesajlaşmak, internette surf yapmak ve daha fazlası için harcamakla
bitiremeyeceğimiz kadar internetimiz var. Yaşasın!
Öğlen
olmadan yine gidiyoruz giriş işlemlerimizin durumunu sormaya. Pasaportlarımız
polis merkezine gidip dönmüş. İmzalar, mühürler tamam. Sıra Gümrükteymiş, hemen
yandaki kapıda. Giriyoruz. Transit Log
doldurma burada da devam. Evrak kaydımızı alıyorlar bir de. 15 dakika da burada
sürüyor işimiz. 4,5 Euro bir para ödüyoruz. Sonra tüm işlemler tamam. Artık
resmen Yunan’dayız!
Derin
derin iç çekiyorum! Neden bizde de bu kadar kolay olmaz işlemler, neden? Her şeyi, birileri, önce mümkün olduğunca
zorlaştırır da sonra çözmek için avanta bekler! Neden bizim memurlarımız da, buradakiler
gibi güleryüzlü değildir hiçbir resmi dairede. Güleryüzden vazgeçtim, neden
sadece vermekle vazifeli oldukları hizmeti vermezler kıvrandırmadan! Neden, her resmi işimizde illa ki anamız ağlamalıdır
ki bizim!
Öğleden
sonra sokaklarını, insanlarını keşfe çıkıyoruz Myrina’nın. Sabahki kalabalık
bir anda yok olmuş ortadan. Siesta vakti! Sokaklar, binalar çok şirin. Denizi
zaten Ege! Ama yeşil bakımından, ağaç bakımından garip kalmış biraz burası.
Kıraç bir ada.
Akşama
doğru, beklenen hava esmeye başlıyor poyrazdan; 20 - 25… İçimizde kalmasın
diye, havlularımızı kaptığımız gibi hemen merkezdeki plaja gidiyoruz yürüyerek.
Yüzmek çok iyi geliyor. Bir de şu rüzgar olmasaydı. Resmen üşütüyor.
Kayığa dönerken rüzgar da şiddetini arttırıyor iyiden iyiye. Uçuşan kum tanecikleri göz açtırmıyor insana. Havuzlukta oturmak ne mümkün! Mecburen içerde oturuyoruz biz de; kitap, kahve, muhabbet…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder